Kardenğuş Zıramıku anılarından bir kesit

Zıramuk’un hayatına dokunan insanlar.

3 gün oldu boğazımızdan bir şey geçmedi. Tutulduğumuz yer yüksek duvarlarla çevrili bir çukur ve üzerinde tel örgüler var. Etrafında kardeşini, kocasını, oğlunu arayan bir çok insan bulunuyor. Ukraynaca : Falanca orada mı? Filancayı gördünüz mü? diyerek sesleniyorlar.

Benim cebimde her zaman olduğu gibi bir parça kağıt vardı, onu çıkardım ve yazdım:
« Ben dün sizler için savaştım, bugün ise açlıktan ölmek üzereyim, bunun içine biraz yiyecek koyup içeriye fırlatın »

Yazdığım kağıdı pilotke denilen kaba koydum, kemerimle bağladım ve ayağa kalktım.

​– Ne yapacaksın? – diye sordu Hacıyusuf.

– Dileneceğim, Allah eğer bizden usanmadıysa birisinin yüreğine merhamet koyup bize yardım etmesini sağlar – diyerek duvarın dibine yanaşıp diğer tarafa fırlattım.

Çok geçmeden bir kadın duvara tırmandı ve kafasını uzattı.

– Bu kime ait ? – fırlattığım kabı gösterdi.

– Benim! – diyerek bağırdım.
Kadın duvardan atladı. Çok geçmeden tekrar tırmandı.

​ – Yakala! – diyerek bağırdı ve kabı geri fırlattı. Çukurdakilerin hepsi bir anda oraya yöneldi, kimseye fırsat vermeden geri yakaladım. Bir kişi ısrarla elimden kapmaya çalıştı, ona bir tekme atmak zorunda kaldım, inleyerek yerine oturdu.

–​ Teşekkür ederim ! – diyerek bağırdım ve yerime geçtim.

Bağladığım kemerle geri bağlanmış kabı açtım: haşlanmış 3 tane büyük patates, 3 tane domates ve bir ekmek koymuşlardı. Zaten küçük kaba daha fazla bir şey sığmazdı.

Yiyecekleri ben, Hacıyusuf, Davut birlikte yedik.

– Hay Allah senden razı olsun gözlerimiz açıldı – dedi Hacıyusuf..

​… Batı tarafımızda yaşayan Ukraynalılar öyle büyük köyler olarak bir arada yaşamıyor. Herkes kendine ait az biraz olan toprağında yaşıyor. Biz güçlükle yürüyoruz, dermanımız kalmadı. Bazen bizi gören kadınlar koşarak evlerinden yiyecek getirerek bize veriyorlar, daha çok ekmek peynir, haşlanmış patatesten oluşuyor.

Arkadaşım Ebubekir’de bir şey yok, bende küçük bir heybe çanta var, yiyemediklerimizi ona koyup daha sonra tüketiyoruz.

Akşam üzeri geceyi geçirmek için bir eve gittik. Bize yemek verdiler. Nereli olduğumuzu soruyorlar….

–… bize Çerkes derler – dedim, Kafkasya tarafında yaşıyoruz!

​– Elbette biliyorum Çerkesleri…

Nereye gidersek gidelim gençler ve çocuklar maymuna bakmaya gelmiş gibi gelip bize bakıyor. Görüntümüz için utanıyor ve sıkılıyoruz. Saç ve sakalımız o kadar uzadı ki Ebubekir tam çingeneye benziyor. Siyah saçları önüne doğru dökülüyor ve gözlerini kapatıyor.

Ben kendimi göremiyorum fakat biliyorum ben de oldukça çirkin görünüyorum, saçım, sakalım birbirine geçmiş bir haldeyim, ve saçlarımda bitler var, sürekli kaşınıyor.

Bize bakmaya gelenler gittikten sonra ortaya büyükçe ot balyaları seriliyor, yatağımız orası olacak. Sindirim konusunda sorunlarımız var, midemiz bir türlü yatışmıyor. Bir ben, bir Ebubekir sırayla dışarı çıkıyoruz, biz de uyumuyoruz, ev sahiplerini de uyutmuyoruz.
Sabah kalkıyoruz yemek yediriyorlar, teşekkür ediyor, şükranlarımızı sunuyoruz ve yola çıkıyoruz. Fakat bu tokluk ve rahatlık durumu uzun sürmüyor, kısa sürede yine aynı duruma dönüyoruz.

… Yorgunduk, yürüyemiyoduk. Gücümüz kalmadı artık. Üç ev geçtik, dördüncü eve girip dinlenmeye karar verdik. O evde kardeş olan bir kızla bir erkek yaşıyordu. Bir koyun kesmişlerdi onu parçalarlarken denk geldik.

​ – Misafirin böyle bir zamanda gelmesi çok iyidir, buyrun hoşgeldiniz – dediler, bize sandalye verip oturttular. Kestikleri koyunun kuyruğunu hemen suya atıp haşladılar, ve önümüze koydular.

​– Biz aslında aç değiliz, yemek yiyeli çok olmadı, sadece dinlenmek için uğradık, hem şimdi kuyruk yağlı olur, zaten midemiz düzen tutmuyor – dedim.

​– Vallahi ben biraz kuyruk yerdim – dedi eskiden çobanlık yapan Ebubekir.

​– Vallahi olmaz ! Miden daha fazla bozulur, o olmadan zaten baş edemiyoruz, uyutmuyor – diyerek karşılık verdim.

Ev sahipleri konuştuklarımızı anlamadığı için garip bakışlarla bizi izliyorlardı.

Hemen ardından önlük takmış bir adam girdi içeriye. Oturdu..
– Bunların geldiğini görünce ben de geldim – dedi ev sahiplerine.

Sonra bize döndü: – Siz Sovyetlere dönmeye çalışıyorsunuz muhtemelen, fakat bilmelisiniz ki yakında kar yağacak, bu ayakkabılarla çok uzağa gidemezsiniz, kalkın benim oraya gidelim, ben ayakkabı tamircisiyim, ayakkabılarınızı tamir edeyim – dedi.

– Bize yapacağın en büyük iyilik bu olur, bu davranışını çok saygıdeğer buluyoruz – dedim.

Ayrılmak üzereyken ev sahiplerine dönerek kendilerine ilgileri için şükranlarımı sundum.

– Lütfen önümüze koyduğunuz yiyeceği yemediğimiz için bizi yanlış anlamayın, kesinlikle kuyruk yağı yemememiz gerekiyor – dedim.

Ayakkbıcı adamın bizi götürdüğü ev boştu, bir oda içerisinde oldukça fazla deri, gümüş ve süs eşyaları bulunuyordu. Bu gümüşleri işleyeceği bir çok ayakkabı bulunuyordu.

Ebubekir botlarını tamirciye verdi, botların yanları dikiliyor, değiştirmek için hazırladığı topuklar hemen yanında, Ebubekir ise ayakkabı tamircisini izliyor. Odanın karşılıklı iki duvarında küçük divan tarzı oturaklar bulunuyor. Oturuyorum fakat inanılmaz uykum geliyor.

Bir süre sonra dayanamadım : Şu oturakta uzanıp biraz kestirsem sakıncası var mı? – dedim.


​– Lütfen rahatına bak, ben bir yastık getireyim– dedi.

​– Yastığa gerek yok – dedim ve içerisinde yiyecek olan torbayı yastık yapıp uzandım. Başımın kaşıntısından uyuyamamış olduğumdan biraz rahat edince uyuyakaldım.

Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum ama uyandığımda bir grup genç içeride oturuyordu. Doğrulup oturdum, oradaki insanlara baktım, biraz kendimden utandım ve yere baktım.

« Bir zamanlar şık elbiseler içerisinde, insanlar bana gıptayla bakarken, Moskova radyosunda yayınlarım çıkarken şimdi düşkünler gibi kir, pasak içerisinde bazen bir dilenci gibi yaşıyorum, keşke katıldığım bu kadar savaştan birinde bir kurşun isabet etseydi de ölseydim » – diye düşünüp yere bakarken, sevimli bir genç yanıma oturdu.

​– Haydi kalk bize gidelim, beni babam gönderdi, seni misafir etmek istiyoruz – dedi.

Başımı kaldırıp genç adama baktım, pek inanasım gelmiyordu.

​– Evet, evet. Hadi daha fazla insanlara böyle görünmeden gidelim! – dedi…

«Bobik» adında kızıl bir köpek kapıda bu genci karşıladı, beni görünce hemen bana doğru hamle yaptı. Delikanlı el attı ve köpeği tasmasından yakaladı.

​– Bobik artık bu bizden buna alışmalısın – diyerek gittiğimiz evin aşağı kısımda bulunan bölümden yukarıdaki eve doğru yürüdük. Evde yemek yapan sevimli bir yüzü olan sarışın hanım oldukça samimi şekilde beni karşıladı. Günlerden Cumartesi, onlar için önemli bir gün olduğundan en sevdikleri yemekleri yapar ve kiliseye giderler. O gün delen dediğimiz yemekten pişiriyordu.

Girer girmez :

​– Şuraya otur yemek yiyelim – dedi.
Masaya oturturdular, borş çorbası, haşlanmış et ve ekmek koydu. Kadın beni eve götüren gencin annesiydi, ben kız kardeşi olduğunu düşünmüştüm. Beni eve kadar götüren gencin adı Petr’dı

​– Ben yemek yedim, tokum – desem de :

​– Ye dediysem yemelisin ! – diye karşılık verdi.

Mecburen yemeye başladım, çorbadan henüz bir iki kaşık almıştım ki henüz 12-13 yaşlarında bir erkek çocuk koşarak içeriye girdi, yüzüme baktı:

​– Bunu mu getirdiniz ? – dedi…

Korkunç görünüyordum, maymun kadar saçım sakalım karışmıştı…

​– Şimdi iki güğüm su ısıttım, banyo yaptığımız yere koydum, büyük bir leğen var, içine ve dışına giyeceğin elbiseler var, Petr seninle gelecek ve banyona yardımcı olacak – diyerek bizi gönderdi.

Petr banyo yapmama yardımcı oldu. Temiz gömlek ve pantolon giydim, temiz iç çamaşırları ve yeşil bir kaban verildi, Polonyalıların kıyafetine benziyordu. Hepsi yeni değildi ama yıpranmamış temiz elbiselerdi. Ayakkabı olarak yine kendi botlarımı giydim, Petr saçımı ve sakalımı kesti.

Yeniden normal insan gibi ortaya çıkmıştım

1941-1942 yılının kışını böyle geçirdim. Bana kendi çocukları gibi baktılar ve sevdiler.

Kardenğuş Zıramıku Anılarından bir kesit.

i 2

Son Makaleler

spot_imgspot_img

İlgili Makaleler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

spot_imgspot_img