7 Şubat’a kadar sürecek olan, göç ve göçmenlerin adaptasyon süreçlerine, tarihin farklı dilimlerini aralayarak bakmayı hedefleyen “Öteki Hikâyeler” sergisi Santral İstanbul’da yoğun ilgi ile ziyaret ediliyor. Sergideki 50 sanatçıdan biri olan multidisipliner sanatçı Serina Haratoka Tara’nın, kendi Çerkes atalarının da dahil olduğu gerçek bir hikâyeden yola çıkarak ürettiği ve Karadeniz’in karanlık dalgalarını binlerce metre iplikle yansıttığı çarpıcı eseri ise sergiye gelenleri adeta büyülüyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin ev sahipliğinde ve Denizhan Özer’in küratörlüğünde Santral İstanbul’da gerçekleşen Öteki Hikâyeler sergisine “göç” olgusuna kendi perspektiflerinden bakarak ürettikleri, her biri birbirinden anlamlı hikâyelere sahip eserlerle farklı ırk, dil ve inançlardan 12 ülkeden 50 sanatçı katılıyor.
Bu sanatçılardan biri de; sergide özel bir mekanizma ile dönen, dönerken de bir Çerkes şarkısının melodisini izleyenlere dinleten, “Requiem/Ağıt” isimli eserin yaratıcısı Serina Haratoka Tara.
Tara; 2014 yılında da “Kabardey Balkar ve Çerkesler” isimli sergisiyle gündeme gelerek, Çerkes sürgününü Türkiye’de anlatmayı seçen nadir sanatçılardan biri; aynı zamanda uzun süredir devam eden ve sanatı toplumsal alışkanlıkların arasına sokmayı hedefleyen Kültür Mantarı Sanat Hareketi’nin de (@kulturmantari.tv) kurucusu.
Serina Haratoka Tara, Çerkes atalarını onurlandığı “Requiem/Ağıt” adlı eserinden şöyle bahsediyor:
“Requiem; 157 yıl önce dolduruldukları gemilerle Anadolu topraklarına sürülen Çerkesler’e, özellikle de Karadeniz’de can veren anneler ve çocuklarına adadığım bir eser. Karadeniz’in karanlık dalgalarını figüratif bir dille anlatmaya çalışırken binlerce metre iplik kullandım. Benim için her bir santim orada ölen yüzbinlerce canı, arkalarındaki ve önlerindeki milyonlara bağlıyor. Sürekli büyüyen ve genişleyen ağır bir dantel gibi. Günlerce elimdeki malzemelerle Karadeniz’de battım çıktım diyebilirim. Oldukça yoğun ve bol gözyaşlı bir üretim süreci idi. İnsanın çocukluğundan beri duyduğu bütün sürgün hikayelerini bir esere aktarması oldukça yıpratıcı bir süreç. Ancak bittiği an derin bir nefes alabildim.
Bugün, sürgünden onca zaman sonra bile farklı şekillerde devam eden bu acıya bakınca anlıyorum ki; şişme botlara bir umutla doluşan ve denizde can veren mültecilerden hiçbir farkı yokmuş atalarımın… Çocukluğumdan beri aklımdan gitmeyen sürgün hikayeleri var. Emzirirken baygınlık geçirip bebeklerinin boğulmasına sebep olan anneler, ölmüş annelerinin göğüslerinden süt emmeye çalışan bebekler… Hepsi bir şekilde Karadeniz’in karanlık sularına gömülmüş. Tarif edilmez bir acı ile ölen yüzbinlerce insan…”
O zaman sürgün edilen atalarının başına gelenler bugün Akdeniz’de başka etnik kimliklerle tekrar tekrar yaşanırken bu derin acıyı ancak sanatla ifade edebileceğini düşünen ve serginin küratörü Denizhan Özer’in rehberliğinden güç aldığını belirten Serina Haratoka Tara, bu dikkat çekici, sesli ve hareketli eserin müziği hakkındaki hislerini de şöyle dile getiriyor:
“O çalkantılı denizde atalarımın ve benim gibi milyonlarca insanın atalarının izleri hepimizi birbirimize bağlıyor. Bir küçük kâğıt gemi tam da Çerkes boylarının ortak bayrağı renginde, oynanmamış tüm oyunlara, atılmamış tüm kahkahalara, edilmemiş tüm danslara bir gönderme gibi. Dans ve müzik Çerkes kültürünün vazgeçilmez ifade yöntemleri, bu sebeple bu karanlık fırtınaya çocukluğumdan beri çok sevdiğim bir şarkıyı eklemek istedim. Aslında “Si Nane / Benim Annem” şarkısı, bir çocuğun anne sevgisini doğa ile müthiş bir harmoni içinde anlattığı ve neşeli tınılarına rağmen her duyduğumda gözlerimi dolduran bir parçadır. Kendisi de Suriyeli ve Çerkes bir göçmen ailenin çocuğu olan, birçok kez “müziğin genç dehası” olarak anılan Tambi Cimuk sağ olsun tam da istediğim gibi bir versiyona akordeonuyla can verdi. Anavatandan kopmuş diasporada yaşayan iki ailenin farklı jenerasyonlardan çocukları olarak atalarımızı birlikte onurlandırdık.”
Sergi 7 Şubat tarihine kadar Santral İstanbul’da gezilebilir.
Kaynak : mynet.com