Ey, gölgeleri vadilerde akan, sesleri asırlık meşe ağaçlarının yapraklarında fısıldayan atalarımız!
Acımızı sana, kayıp bir çocuğun sert ama sevgi dolu bir babaya hitap ettiği gibi iletiyorum. Geçmiş zamanların kibriyle kör olmuş bizleri affet!
Değişim rüzgârının, yaşam kalkanımız ve ölçütümüz olan bilgelik, onur ve haysiyet koleksiyonu olan Adige Habze’nin kutsal tabletlerini elimizden kapmasına izin veren zayıflığımızı affet.
Anadilimiz, dağ nehirlerinin şırıltısı kadar gür, alpin çayırlarının halıları kadar zengin, dudaklarımızda solmaya başladığı için bizi bağışlayın!
Tatlı sesini yabancı lehçelerle değiştirdik ve şimdi kilitli bir kapıdaki yetim gibi, sessizce, yalvarışlarla ve acı bir sitemle kalbimize vuruyor.
Nesilleri, fırtınalı bir derenin üzerindeki köprünün taşlarını güçlü bir asma gibi birbirine bağlayan kelimeleri unuttuk!
Büyük sapkınlığı affet – kalpleri bilgelik ve kardeşlik sofrasında birleştiren, mahsıme dolu bir kadehle yapılan kutsal ritüelin yerini boş kadehlerin şangırtısı ve boğucu votka dumanları aldı!
Cesaret, cömertlik ve hakikat içtiğimiz Nartların o derin kadehi şimdi nerede?
Kırıldı , parçalarının yerini ne ruhun sıcaklığını ne de ataların gücünü taşıyan soğuk camın parıltısı aldı.
Sarhoş ziyafet sofralarında onurumuzu yitirdik, aklın ışığı söndü ve onurun söndüğü yerde.
Atalarımızın topraklarının kayalık ama yerli bağrından, köylerimizden ayrıldığımız için bizi bağışlayın!
Daha iyi bir hayatın hayalini kurarak büyük şehirlerin beton ormanlarına sığındık. Her taşının dedemizin adımını, her ağacın tarihimizin tanığı olduğu köy sokakları artık bomboş ve unutulmuşluğun dikenleriyle kaplı.
Kafkas Dağları’nın üzerindeki gökyüzünün genişliğini, apartmanların sıkışık hücreleriyle, buzullardan esen taze rüzgarı, yabancı sokakların pis kokusuyla değiştirdik.
Ana toprağımız olmadan, sabah sisinde tırpanların çınlaması olmadan, yamaçlarda yeni biçilmiş çimenlerin kokusu olmadan ruhlarımız kurudu.
Ey, tarihin girdaplarından savaşlar ve zorluklarla kopmadan geçmiş yüce ruhlar!
Sizi birbirimize bağlayan bağın nasıl inceldiğini görüyor muyuz? Cesaretiniz ve bilgeliğinizle beslenen damarlarımızdaki kanın nasıl zayıfladığını hissediyor muyuz? Küreselleşmenin ağlarına dolanmışız, bir ağın içindeki sinekler gibi, yolumuzu kaybetmişiz, “herkes gibi” olma, çözülme ve yüce amacımızı unutma cazibesine kapılmışız. Bu korkaklıktan utanıyor muyuz?
Ama sadece ağıt yakmak için değil, ey gururlu savaşçılar ve bilge ihtiyarlar!
Düşüşlerimizi affettiğinde , bize güç ver! Kasırgada eğilen ama kırılmayan bir meşenin gücünü. Gök gürültülü bulutların arasından yolunu bulan bir kartalın gücünü. Zor zamanlarda atalarımıza bahşettiğin güç kayboldu ama ışığa özlem duyan bizlere de bahşet.
Bize bilgelik ver! Doğruyu yanlıştan, ebediyi geçiciden ayırt edecek bilgelik. Gücümüzün dünyadan vazgeçmekte değil, kendimize ihanet etmeden zamana ayak uydurmakta olduğunu anlayacak bilgelik.
Ruhumuzun, dilimizin, Habze’mizin ateşini bir müze sergisi olarak değil, her evin ocağında canlı bir ateş olarak korumak. Atalarımızın topraklarına, üzerindeki emeklere, aile ocağının saflığına saygıyı yeniden canlandırmak.
Dağlar kadar kadim bilgeliğin, zorlukların karanlığında yolumuzu aydınlatsın.
Kırık Nart kadehinin parçalarını toplamamıza yardım et. Bu kadehi iletişimimize geri döndür, onu unutulmanın sarhoşluğuyla değil, gerçek kardeşliğin ve karşılıklı saygının hayat veren suyuyla doldur.
Yaprakların hışırtısında ve derelerin gürültüsünde anadilimizin fısıltısını tekrar duymayı öğret bize.
Biz senin çocuklarınız. Tökezledik. Yolumuzu kaybettik. Ama ruhunun kıvılcımı hâlâ kalbimizde yanıyor. Sönmesine izin verme!
Ey yüce geçmiş, bize mirasımızın meşalesini geleceğe taşıma gücü ve bilgeliği ver ki, ışığı sönmesin, yeni Çerkes nesillerinin yolunu aydınlatsın.
Bizi affet ve güçlendir!
Kaynak: